29 Mayıs 2008

Aşk...


AŞK

Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
Bir ısıtır, bi üşütür, bir ağlatır bir güldürürsün,
Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.


Özdemir ASAF

27 Mayıs 2008

Pinhani - Zaman Beklemez

2006 yılında çıkan ilk albümleri inandığım masallar'ı ilk dinlediğimde türkçe müzik konusunda fikirlerim ve umutlarım bir anda değişmişti... uzun bir aradan sonra çıkan ikinci albümleri zaman beklemez'i paylaşmak istedim sizinle...
beğenmeniz dileğiyle...

link : Pinhani - Zaman Beklemez

26 Mayıs 2008

kaçmak...


kaçmak...
dolu dizgin...
kurtulduğunu sanmak,
sorunlardan...
ama bilmek aslında,
kaçamadığını...
bile bile yine de kaçmak,
uzaklaşmak hayattan...
böylesi kolayına gelmek...

kaçmak...
ama nereye kadar...

26.05.2008

19 Mayıs 2008

yolculuk...

hayat bir yolculuktur, hem de biz istemeden başlayan... ama başlamıştır işte, geriye dönüş yoktur artık... bize sunulan sadece hangi yöne gideceğimize karar vermektir... bu o kadar zor ve o kadar kolaydır ki...

yaptığımız-yapmadığımız herşey için pişmanlık duyabiliriz ve aslında hiç birşey için pişman olmaya gerek yok... bu ne bir kaderci yaklaşım, ne de tam tersi...

hayat tüm çelişkilerini kendi içinde barındırıyor aslında... ve her daim hayatın sırrını aramakla geçiyor ömürler..

herkesin kendince doğruları ve yanlışları var... doğruyu kim söylüyor, yanlışı kim... herşey bu kadar belirsizken, insanlar nasıl bu kadar emin olabiliyorlar? belki de sorun bendedir... yolculuğa gönülsüz çıkmanın sonuçlarıdır belki de... seçememektir gideceğin yönü... kararsızca beklemektir yolun tam ortasında...

düşünmek, bir ceza olsa gerek...

15 Mayıs 2008

sayıklamalar...




elin kolun bağlanmak ne kadar zordur bilir misin? hiç birşey yapamamak... bakmak öylece ve beklemek... ve acılı ve hüzünlü sonu yaşamak... neden böyle oluyor diye sormak... cevap alamamak...

sorgulamak kendini... ne kadar zordur bilir misin? neyi söyletmek istiyorsanız söyleyeyim, yeter ki bırakın beni, bitsin artık bu sorgu geceleri... ama yok, bitmez... acıları katmer katmer, yeniden yaşamak... unutmak bazen... ama geçici...

ölüm... ne kadar zordur bilir misin? sevdiklerinin bir bir gidişini görmek, hayatından... varlıklarını yalnızca hayallerde hatırlamak... pişman olmak, söyleyemediklerin ve yapamadıkların için... mor leylakların açışını görememek artık... kapatmak gönül gözünü...

gülememek... ne kadar zordur bilir misin? aldığını sandığın nefesten zevk alamamak... kör kuyularda kaybolmak... sevdayı ve aşkı unutmak... dehlizlerinde dolaşmak kabusların...

elin kolun bağlı olmak ne kadar zordur bilir misin? bilme... bilme diyeceğim ama bileceksin bir gün... çünkü, "yaşam yaşanmış şeylerin tekrarından ibarettir"*...

* Friedrich Nietzsche

fotoğraflar üzerine...

fotoğrafların, zamanın özgürlüğünü çaldığını düşünür gündüz vassaf; "...özgürlük, edebiyet ve sonsuzluk duygusundan, zamana bağlı olmamaktan, anın tutsağı olmamaktan, o aldatıcı sihirli anı bir kurtarıcı gibi görüp beklememekten kaynaklanır ..." (cehenneme övgü)


katılmamak elde değil... ama yine de hafıza denen açıklaması güç özelliğimizin, bizimle dalga geçtiği zamanlarda lazım oluyor fotoğraf.. herkesin işi de değil ayrıca... ben mesela henüz anlayamıyorum fotoğraf çekme işinden... ama gariptir fotoğraf sitelerinde sıkça gezinirken yakalıyorum kendimi... ve galiba amatör de olsa fotoğraf çekmek istiyorum... zamanı durdurmak ve sonra ona bakmak, bakmak, ve görmek ...

beğendiğim fotoğraflardan bir kaçını paylaşmak istedim sizinle...


sitem...




umutsuzluk...




mutluluk gözyaşları (!) ...




üzüntü...





saf güzellik...


13 Mayıs 2008

sayıklamalar


fazlaca içime kapanmaya devam ediyorum şu sıralar...
genelde içime kapanık biriyim galiba, yani çevremdekilerden aldığım tepkiler o yönde... ama son dönemlerde giderek artmaya başladığını hissediyorum bu suskunluğun...
ve daha önemlisi rol yapmaya devam ediyorum...
sanki herşey yolundaymış gibi... hoşlanmıyorum bu durumdan, sevmiyorum...

olduğun gibi görünmek ne kadar zor zanaatmış...

sonra düşünüyorum ve bir tarafımızın da gerçekleri gizlemeyi sevdiğini farkediyorum... çok temiz değiliz galiba hiçbirimiz, ondan olsa gerek...

10 Mayıs 2008

eski 45likler...

türkçe müzik konusunda (istisnalar hariç) çok büyük bir duygu yozlaşmasının olduğunu düşünmekteyim... çok samimiyetsiz geliyor sözler...

eski 45 liklerden bir demet sunmak istedim boşluğa... belki seveni vardır...

link : Eski 45likler

8 Mayıs 2008

sevmek zamanı...




ben seni değil, senin resmini sevdim ...


...
halil: resmi verdikten sonra ben seni artık gelmez sanıyordum,meral: gelmeyecektim, gelmeyecektim, ama görüyosun ki öyle olmadı,h: iki insanın ilişkisi çok güzel birşey,

m: dostluğu aşan ilişkilerden neden kaçıyorsun?
h: bu sözünle aşık olmayı kastediyorsan, dostluğu bu dünyada hiçbir şey aşamaz,
m: o halde sen bana aşık olmaktan da öte duygular içindesin...
h: hayır. ben sana aşık değilim,
m: olmaz böyle şey! resmime aşık olman demek, beni sevmen demektir, dünden beri hep sözlerini düşündüm... sen bana aşık olduğunu söylemekten korkuyorsun,
h: olmayan birşeyi nasıl söylerim, niçin beni anlamamakta ısrar ediyorsun? ben senin resmine aşığım. işte hepsi bu kadar,
m: sen, ben yokken resmimi sevdin. işte ben varım artık, resmin aslı benim, bundan sonra ikimiz bu sevgiyi paylaşacağız. bu aşkın yarısı bana ait,
h: sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun? resminle aramda ne kadar uzun zamanlar geçti, ilk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım; birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm, elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı, inanamadım, o insanca bakışı bir daha göremem diye bir daha resme bakmaktan korkuyordum, ikinci kere zorlukla baktım resmine, gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde, nihayet değişmezi bulmuştum, resmin benim içime bakıyordu, benim kendimi görüyordu, boş evde, soğuk kış gecelerini beraber yaşadık onunla, bana hep dostlukla, iyilikle, sevgiyle baktı, çok zamanlar gidip yüzünü tutardım, gözlerini öperdim, saçlarına değdirirdim ellerimi...
m: benim bakışlarımda da sevgi var, ben de senin kendini görüyorum, resmimin yerine ben seveceğim seni, artık ben varım...
h: hayır, hayır istemiyorum seni, benim dünyama girmeye kalkma, sonra merhametsizce yıkarsın onu, resmin benim kendimden bir parça, bırak ben onu seveyim, sen sevmek isteme beni, senin ellerini tutmak istemiyorum, sonra çekersin ellerini benden, ben resmine aşığım, ölünceye kadar da onu seveceğim...

kadın boynunu büker ve susabilir yalnızca...sinemalarda (özel festivaller haricinde) hiç gösterilmemiş, tv.de bir-iki kez gösterilen bir başyapıt... aşk-sevgi-dostluk, iyi-kötü, zengin-fakir üzerine (zamanına göre) daha önce hiç kimsenin denemediği tarzda ve güçlülükte bir film... bulursanız muhakkak izleyin derim...

mogollar konseri

dün* moğollar konserindeydim...
inanılmaz haz duydum dinlediklerimden, tam 40 yıldır varolan bir grup var karşımızda ve hala çok güzel müzik yapmaya devam ediyorlar...
ağrı dağı efsanesi, devlerin aşkı, selvi boylum al yazmalım, dağlar dağlar, alarm, bu dünya bizim, çölde gökyüzü, ölüler altın takar mı,
ıssızlığın ortasında ve final bişey yapmalı...
yıllarca albümlerden ve tv.den dinlediğin müzikleri canlı olarak ve sesde hiçbir bozulma olmadan dinlemek çok keyifliydi...

*
06.05.2008

7 Mayıs 2008

merhaba

ve bitti
her ölüm gibi ani
ayrılık
beklenmedik zamanda
yakalıyor insanı
ve belki de
kendini yeniden doğuruyor
başka yaşamlarda
kim bilir...
ama uyanmalı artık
pembe dudaklı
derin, tatlı uykudan
alacak-lı nefesim varken
hayattan

eski dostum yalnızlık
merhaba

06.05.08

5 Mayıs 2008

"I am Legend" üzerine...

öncelikle sinema konusunda hollywood yapımı filmlere karşı olumsuz bir hissiyatımın olduğunu belirtmeliyim... sebebini açıklamak zor; sanırım en önemli sebebi yapılan filmlerin çoğunun sadece maddi bir kazanç sağlamak amacıyla yapılıyor olması... bu ve başka sebepler dolayısıyla avrupa sinemasını genel olarak daha fazla beğendiğimi belirtmeliyim...




kontrol altına alınamayan bir virüse bağışıklık gösteren bir bilim adamı olan neville, bu virüs nedeniyle new york’ta hayatta kalmış tek insandır, üç yıl boyunca inancını yitirmeden her gün telsiz mesajı göndererek, başka insanlar bulmaya çalışır, ama yalnız değildir, salgının mutanta dönüştürdüğü kurbanlar pusuya yatmış bir hata yapmasını beklemektedirler, neville’i ayakta tutan tek şey bir tedavi bulma ümididir...


filmin ortalarına kadar nevill ve köpeği sam'in boş new york sokaklarındaki günlük yaşantılarını izliyoruz ve neville'in (pek göstermek istemese de) içindeki büyük yalnızlığı farkediyoruz, yani film bir yönüyle dram ve bu filmin en başarılı tarafı ...



ardından giderek artan oranlarda gerilmeye başlıyorsunuz... özellikle köpeğini kurtarmak için gittiği, içi tamamen karanlık olan binadaki sahneler çok etkileyici, ortada ne kan var ne de şiddet, sadece silahının feneri ve hızlı hızlı alıp verdiği nefesi... yani bir yönüyle de gerilim...




filmde bahsedilen virüs insanlığın sonunu getiriyor her nasıl oluyorsa, neville'de bu virüsün etkilerini düzeltmek için çabalayan bir virolog... işin bilim-kurgu tarafı burada biraz kendini gösteriyor... (haliyle çok az olan) diyaloglardan birinde, tanrının böyle birşeyi nasıl yaptığına dair bir soru atılıyor ortaya ve cevap olarak bunu tanrının yapmadığı, insan ürünü bir sorun olduğu vurgusu yapılıyor! fakat filmin sonuna ulaştığınızda beklenen "mutlu son"la karşılaşıyorsunuz ve hem filmin isminin neden "ben efsaneyim" olduğunu, hem de film boyunca bir "kurtarıcı"yı izlediğinizi farkediyorsunuz... bir bakıma tanrının varlık sorununa (!) dair bir cevap veriyor yönetmen... eğer hıristiyan olsaydınız böyle bir sonuçla karşılaşmazdınız mesajı (gizliden gizliye) da yanında hediyesi...



olumsuz yönleri; harika bir senaryo ve oyunculuk ile geçen ilk yarının ardından, herşey birdenbire o kadar hızlandırılıyor ve aceleye getiriliyor ki, sanki bir yere gecikeceğiz gibi... işte girişte bahsettiğim hollywood tarzı yapımların sonuçlarından biri; filmin süresini uzun tutmama ve seyirciyi kaçırmama kaygısı... senaryo daha önce birçok kez örneğini izlediğimiz bilim-kurgu filmlerinden çok da farklı değil; dünya tehlikeli deneyler sonucu zombilere ve/ya mutantlara kalır, bir kahraman çıkar ve bu yaratıklarla mücadele eder, vesaire vesaire ...



olumlu yönleri; şiddetsiz ve kansız gerilim hissi nasıl verilir örneği... ve tabiki oyunculuk; hakkını vermek lazım, will smith tek başına filmi götürüyor...

sonuç; ilk yarısı harika olan filmin, ikinci yarısı tam bir fiyaskodan ibaret... izlemek yada izlememek size kalmış... izlemezseniz birşey kaybeder misiniz? sanmam...

4 Mayıs 2008

... sayıklamalar ...



... bugünlerde canım fena halde sıkılıyor sebepli-sebepsiz... herşeyin bir sebebi vardır demiştim bir çok defasında... galiba yine bir sebebi var bu can sıkkınlığının... insan ne yaşarsa yaşasın herşeyin iyi ve güzel taraflarını görmeli... tabi ki görmek değil asıl amaç, önemli olan uygulamak hayatının her anına...ama olmuyor işte, yapılamıyor istenen şey... neden yapılamıyor gerçekten çok merak ediyorum! neden değişemiyoruz, hem de değişmeyi o kadar çok isterken?!
son günlerde her şeyi sorgular oldum galiba... bazen unutmak istiyorum tüm yaşananları güzeliyle-çirkiniyle... unuttuğum da oluyor... ama sonra unutmak da canımı sıkıyor... sanki suç işliyormuşum gibi ...

3 Mayıs 2008

Stephan Micus - Behind Eleven Deserts


Müzikten çok fazla anladığımı (!) söyleyemem, ama elimden geldiğince yeni şeyler dinlemeye çalışırım.

Stephan Micus'un müziği tam bana göre bir müzik, buna eminim... Müzikal yapısı ağırlıklı olarak Japonya, Hindistan, Güney Amerika ve dünyanın diğer ülkelerinde yaptığı çalışmalar ve o yörelerin geleneksel müzik enstrumanları ve müzikal tekniklerinden etkilenmiş Alman müzisyen ve kompozitördür. Bir çok albümünde tüm enstrumanları kendi çalan, ülkelerin stillerini değişik tarzlarda bir araya getiren ve o enstrumanları daha önce çalınmadığı şekliyle çalan, mistik tarzdaki müzik adamıdır kendileri.

Sizin de seveceğinizi umarak, paylaşıyorum...


Stephan Micus - Behind Eleven Deserts

  1. Salinas Dance
  2. Behind Eleven Deserts
  3. Katut
  4. I Went On Your Wing
  5. Over Crimson Stones
  6. Pour La Fille Du Soleil
  7. The Song of Danıjar

Link : Stephan Micus - Behind Eleven Deserts

kaynağa dönüş...